|
 |
|
SAYFALARIMIZ |
|
|
|
|
|
 |
|
ANA SAYFA |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|

HABER

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

![KODBUL HTM KODLARI]()
 araba oyunları
ALEVİ DİNAMİK VE AKTİF OLMADAN ETKİN OLAMAZLAR
“Hak verilmez alınır” kavramı, rast gele söylenmiş bir kavram değildir. Tarihin derinliklerinden süzülerek, günümüze kadar gelmiş rafine bir kavramdır. Bu kavramın doğruluğuna toplumlar tarihi defalarca tanıklık etmiştir.
Egemen güçler toplum üzerinde bir kez etkin olunca, ezilenlere kendi haklarını kolay vermiyorlar. Bu somut gerçekliğin tarihte bir çok örneği var. Bunun örneği Türkiye’de de çok var. Eğer, yakın geçmişteki,Tekel İşçileri örneğini, bir sınıf mücadelesi örneği olarak görüp, alevi hareketini bir kimlik hareketi olarak değerlendirip, konuya tekabül etmeyeceğini düşünecek olursak: Bir kimlik hareketi olarak, bunun en yakın ve tanıdık olan örneği Kürt özgürlük hareketidir. Kürt sorunu ile, devletin Kürt sorununa birkaç yıl önceki tavrını göz önüne getiren her kes, bugünle dün arasındaki farkı kolayca görebilir. Dün Kürt sözcüğünü kullanmak bile insanın başına çok iş açıyordu, ama şimdi ayrılmaktan tutunda mücadele yöntemlerine kadar her şey tartışılıyor. Elbette bu kazanım kolay olmadı. Çok ağır bedeller ödendi. Sırf Kürt olana, kendine Kürt diyene, Kürt demek ya da dedirtmek için on binlerce insan öldü. Yüz binlerce insana evi barkı terk ettirildi. Binlerce köy yakıldı. Dünya nimetlerinin bol olduğu şu 21. y. yılda, on binlerce insan onlarca yıl, ailesinden uzak, bazen aç, bazen susuz, karın içinde, her ana ölümle yüz yüze, sıcak yatağında, korkusuzca yatmak olanağından yoksun, stres, korku, heyecan, acı içinde, mağaralarda, taş kovuklarında yaşadı ve yaşıyor. Çektikleri bu kadar çile sonunda, şovenizme ancak, “realitenizi tanıyoruz” dedirtebildiler. Bu somut bir örnek. Ancak , Alevilerinde Kürt Özgürlük hareketinin silahlı mücadele vermesi gibi bir yöntemi benimsemesini düşünmek bile söz konusu olamaz. Alevilerin Şeriatın Anadolu’ya Taşınmasına Engel Olması Ve Tarihsel Husumet Söz konusu olan somut örnekten hareketle, türbanı bir insan hakkı olarak gören, türbanla yatan türbanla kalkan, Cem evi isteyen Alevi’ye ise, Camiyi gösteren bir zihniyetin iktidarda olduğu şu durumda: Alevilerin kimden ve nasıl bir ortamda hak istedikleri kolayca anlaşılır. Aynı şekilde bu hakkın, bu zihniyetten istenerek alınamayacağı da kendiliğinden ortaya çıkar. Alevi ve hatta Müslüman olmayan her kese, kafir güzü ile bakan, onları cehennemde yanacak, günahkarlar olarak gören bu zihniyet, belki Kürt sorununa çözüm üretir, ama Alevi sorununa çözümü biraz zor üretir. Çünkü onların Alevilere tarihten kalma husumetleri var. Husumetlerinin bir kısmı İstibdat’ın yıkılmasından, bir kısmı da Kerbela’dan kalmadır. İstibdat husumetinin kaynağı: istibdat’ın yıkılıp, Cumhuriyetin kuruluşuna Alevilerin yapmış olduğu katkıdır. Osmanlı, (daha sonra Alevi- Bektaşi olarak anılan) Türkmenlerin aklının ve gücünün ürünü olarak, Anadolu’yu yurt edinme amacı ile oluşmuştu. Daha sonra, Arap-İslam ideolojisinin etkisi altına girmesi, Osmanlı padişahlarının dünya egemeni olma tutkusuna kapılmaları sonucu, Osmanlı devletinin bir şeriat- istibdat devletine dönüşmesine neden oldu. Türkmenlerin, dolaysıyla da Alevi Bektaşilerin, Anadolu yu yurt edinme fetihçiliği, bir işgalci, sömürücü zorbalığa dönüştürüldü. İşgalci, sömürücü zorbalığa dönüşen Osmanlı, Fransız devriminin “çocuklarını yediği” gibi Osmanlı da kurucu ve akıl babası olan Alevi Bektaşiliği yedi. İşgal ve sömürüye dönüşen Osmanlı, şeriatı Anadolu ya da egemen kılmak için, Yavuz Sultan Selim, Anadolu Alevilik –Bektaşiliğine soy kırım uyguladı. Soy kırımdan arta kalan Alevi-Bektaşiler, şeriat - İstibdat karşıtlığından vaz geçmediler. O nedenle Cumhuriyetin kuruluşu ve istibdat’ın yıkılışına önemli katkı sağladılar. Bu tarihi olaylar, şeriat ve istibdat yanlılarının Alevilere kin bağlamalarına neden oldu. Ayrıca Kerbela fecatından sonra, İslam dünyasında oluşan taraflaşma da bu husumete katkı yaptı. Hem Tanrıya Hem Şeytana Kulluk Sözü edilen zihniyetin ideolojisine göre, Kürt sorunu sadece bu dünyalıktır ve İslam içi bir sorundur. Ama Alevi sorunun sadece bu dünyalık ve İslam içi bir sorun olmadığı, ahretlerini de ilgilendirdiği düşüncesini taşıyorlar. Kürt sorununda yanlış bir şey yapsalar belki bu dünyada hesap sorulur, ama Alevi sorunu konusunda yapacakları bir iyileştirmenin ahrette de sorgulanacağını düşünürler. Çifte standartlı kişileri ifade etmek için “hem tanrıya hem şeytana kulluk yapılamaz” diye bir kavram kullanılır. AKP ve Hükümeti her ikisini de yapmaya çalışıyor. Hem tanrıya hem de global kapitalizme kulluk ediyor. Tanrıya iyi kulluk yapıp yapmadıkları tartışılabilir, ama globalizme iyi kulluk yaptıkları çok açık. Bu yeteneği kazanmaları için emperyalizm, onlarca yıl bunları eğitip, yetiştirdi. “Yeşil kuşak, Türk İslam-sentezi, ılımlı İslam” gibi bir çok ideolojilerle eğiterek, onlara: “hem tanrıya hem şeytana kulluk yapma” yeteneği kazandırdı. Fakat şimdilik bu yeteneği sadece, globalizm ile bütünleşmiş olanlar sergiliyorlar. Bu kesim kelimenin gerçek anlamı ile kapitalin(paranın) kulu durumundadırlar, tanrıya göstermelik bir kulluk yapıyorlar. Ama sistemi içselleştirmemiş, sistemle içselleşmemiş, fakat sadece tanrıya kulluk yapan kesimi ise idare ediyorlar. Onlara tanrının kuluymuş gibi gözükmeye çalışıyorlar. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” diye bir halk deyimi var, bunlarınki ne kadar yanar bilemeyiz, ama bir gün yalanlarının açığa çıkacağı kesin. Bütün çevreleri “iş adamı, işkadını” oldu. Paraya kullukları gittikçe daha da derinleşiyor. Besbelli, giderek yüklerini tutmayı ön plana almış durumdalar. Oğulları, kızları her gün yeni iş adamı, iş kadını sıfatı ile ortaya çıkıyorlar.Mütedeyyin halkın bu gerçeği görmesi fazla uzun sürmeyebilir. Şimdilik sıcak para, bütün ayıpları örtüyor gibi. Yakın bir gelecekte kesilirse büyük bir tepe takla yaşanması kaçınılmaz olur. Kemal Derviş’i yeniden Türkiye’ ye dönmeye hazırlamaları bunun bir göstergesi olabilir. Sıcak para, önemli bir çevreyi, global kapitalizm ile haşir neşir hale getirdi. Bu durumda yaşanacak olan bir çöküş, büyük çatırdamalara neden olur. Böylesi bir yıkım, iki bin birdekinden daha şiddetli olabilir. Yüzde Doksan Dokuzu Müslüman Türkiye Teranesi Alevi örgütlerinin, bütün bu gerçekleri ve geleceği analiz etmesi, görmesi gerekir. Ağzını açan yetkilinin telaffuz ettiği “yüzde doksan dokuzu Müslüman ” rakamı, Aleviler kendini Müslüman olarak, hatta “öz Müslüman” olarak görse bile, Sünnilerin Şafii de, Maliki de, Hambeli ve Hanefi olanı da Alevileri asla Müslüman olarak görüp, kabul etmeyecektir. O nedenle de Alevilerin istekleri, onların gönlüne kaldığı sürece kabul görmeyecektir. Aleviler haklarını, kendileri almadıkça, onlar tarafından verilmeyecektir. AİHM, zorunlu din dersi ile ilgili karar aldı. Kimse o kararı uyguladı mı? Kimsenin kulağı bile duymadı. Hala Devletin Bakanı “Alevilerin din dersi ile ne alıp verecekleri var” diyor. Üstelik her hangi bir mahkeme de değil, T. C. Devletinin “bir üst mahkeme” olarak görüp, resmen kabul ettiği bir mahkemenin kararı. Türbanı, bir inanç özgürlüğü olarak görüp, savunuyorlar, ama zorunlu din dersini, Alevilerin inancına bir tecavüz, bir asimülasyon uygulaması olarak görüp, değerlendirmiyorlar. Kuşkusuz, “kirvelik iki başlıdır” halk deyiminde olduğu gibi, Aleviler de AKP ve hükümetine karşı aynı duyguları taşıyorlar. Alevilerin nerde ise yüzde yüze yakınının referandum da “hayır” oyu kullandığı, bizzat AKP tarafından tespit edildi. Yani güvensizlik tek taraflı değil, karşılıklı. Bu durumda, kim kime güvenecek? Kim kimden hangi hakkı talep edecek? Bes belli Aleviler talep edecek. Peki AKP hükümeti bu talebi gönül rahatlığı ile karşılayacak mı? Bunun yanıtı kos kocaman bir hayır değilse bile, çok zayıf bir evet bile olamaz. Bunun yanıtı en iyimser bir yaklaşımla, olsa, olsa oyalama taktiği olabilir. Bu somut olgu karşısında, eğer Aleviler hak talebinde bulunuyor ve o haklarını da almak istiyorlarsa, bunu pasif ve sünepe yöntemlerle elden edebilirler mi? Elden edemeyecekleri kesin. O zaman daha aktif, dinamik, etkin mücadele yöntemleri belirlemeleri ve hayata uyarlamaları gerekir. Aleviler, bir zora dayalı devrim, ona denk bir silahlı mücadele savunmaları söz konusu olmayacağına göre, grev, boykot, oturma eylemi, yürüyüş vb. gibi sivil itaatsizlik eylemleri yapmaları ve bu eylemlerine ortak olabilecek denklikte örgüt ve güçlerle eylem birliği ya da platform gibi birliktelikler kurmaları gerekir. Aktif, atak, etkin mücadele yöntemleri belirlemeden, buna denk ittifaklar oluşturulmadan, AKP hükümetinden istenen hiçbir şeyi alamayacakları açık ve net. Bu türden mücadele yöntemlerini ise, CHP çatısı altında ve CHP ile birlikte yapmayı düşünmek hiçbir şey yapmamak anlamına gelir. Çünkü CHP bu türden eylemlere ortak olacak, destek verecek bir parti değildir. Sivil itaatsizlik eylemleri CHP’nin varlık nedenine terstir. Ayrıca CHP de onlarca yıldır Alevilere ne verdi ise bundan sonra da onu verir. Ne fazla, ne eksik. Bu teorik, ideolojik bir tespit değildir. Bu yaşanarak da tanık olunmuş, tarihsel bir gerçekliktir. Almazsan Vermezler Bütün bu tarihsel ve toplumsal veriler karşısında, Alevilerin “hak verilmez alınır” perspektifi doğrultusunda, kendi haklarını elde edebilmelerinin tek yolu kalmıştır. O da, “düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışı ile değil, “ ezilen halklar kardeştir” düşüncesi doğrultusunda, “halkların kardeşliği” temelinde, Kürt Özgürlük hareketi ve Türkiye sosyalist hareketi ile kalıcı, temel ittifaklar kurarak, sivil itaatsizlik mücadele yöntemini uygulayıp, AKP hükümetini dünya ülkeleri nezdinde zor duruma sokarak, sıkıştırıp, Alevilerin hakkı olan talepleri dayatarak, mücadeleyi kazanmaktır. Aksi halde, sadece AKP hükümeti değil, gelecek hükümetler de işi sürüncemeye bırakarak, Alevilerin hakkı olan taleplerine yanıt vermezler. Çünkü, inanç alanında, Türkiye de Suni kültürü ve ideolojisi egemen kültür ve ideolojidir. İktidar olan her hükümet, inanç alanında bir şeyler yaparken bu ideoloji ve kültürü kale almak durumundadır. Aleviler, bu ülkede, kendi inançları ile özgürce yaşamak istiyorlarsa, bu ülkenin tarihsel ve toplumsal gerçekliğini çok iyi görmeli. Türkiye deki, egemen dini ideolojiye aykırı inanç sahibi topluluk; devlete ve siyasi sisteme karşı olan politik bir güç; egemen ulusal kimliğin dışında bir kimliği olup, kendi kimliğine sahip olmayı savunan ulusal topluluklar; kendilerini politik bakımdan yetkinleştirmeden, ulusal ve uluslar arası politik bir güç haline gelmeden, güçler dengesine denk bir politika uygulamadan kendi haklarına sahip olamaz ve özgürce bir yaşama ortamı bulamazlar. Bu muhalif güçlerin her biri kendi siyasi yapısını oluşturmadan, kendi aralarında güç birliği yapmadan, Türkiye deki güçler dengesini her koşulda ve dengelerin her değişimi durumunda, dengeyi kendi lehlerine çevirme yeteneğini geliştirmeden, ne egemen dini ideolojiden, ne devlet baskısından ve nede milliyetçi şoven zorbalıktan kurtulabilirler. Bu uydurulmuş bir hikaye değil, tarihin defalarca tanıklık ettiği, toplumların yaşayarak da gördüğü bir realitedir. Buna İşçi sınıfı da, sosyalistler de, Kürtler de, Aleviler de defalarca tanık olmuşlardır. Sosyalistler ağır darbeler yiyerek güçsüz düştüler. İşçi sınıfının önemli bir bölümü hala Türk İş ve Hak İş gibi sistemin sendikalarına üye, o sendikalarla yapacakları hiçbir şey yoktur. Dolaysıyla işçi sınıfının önemli bir kesimi şimdilik sisteme muhalefet etmiyor. Buna karşın, DİSK ve KESK gibi devrimci işçi emekçi sendikalar da var. Devletle sorunu olan ve sorununu kendi gücü ve eli ile çözme noktasına getiren Kürt Özgürlük Hareketi var. Alevi hareketinin aktif, atak, militan bir politika izlemesi, siyasi bir güç düzeyine çıkması, sadece Alevi sorununu değil, Türkiye’ nin sorunlarını kucaklaması, bu amaçla, sosyalistler, KESK, DİSK gibi emek örgütleri ve Kürt Özgürlük Hareketi ile sağlıklı bir platform oluşturması, Alevi sorunu ile birlikte, Türkiye de bir çok sorunun çözümüne önemli katkı yapabilir.
TÜRKİYE’DE ALEVİ OLMAK
Hükümetin Alevi açılımı konusunda tartışmalar sürerken, EIDHR (Avrupa Birliği- Demokrasi ve İnsan Hakları Aracı)’nin desteğiyle “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik için Hareketlenme” başlıklı proje kapsamında “Türkiye’de Alevi olmak” araştırması yapıldı
TÜRKİYE’DE ALEVİ OLMAK
Alevi Kültür Dernekleri ve Alevi Enstitüsü’nden Cahit Korkmaz’ın proje direktörü olduğu çalışmanın araştırma koordinatörlüğünü Yrd. Doç. Aykan Erdemir yaptı. Proje konsorsiyumu ise Alevi Kültür Dernekleri, ODTÜ Sosyoloji bölümü, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ve Alevi Enstitüsü’nden oluşuyor. Yrd. Doç. Erdemir’in yürüttüğü projenin amacının, “18 yaş üstü Alevi yurttaşların yaşamlarında karşılaştıkları her türlü ayrımcılık, dışlanmışlık, engelleme, ötekileştirme ve nefret söylemlerini ortaya koymak” olarak belirtiliyor.
Çalışmada, “Alevi yurttaşların maruz kaldıkları sistematik ayrımcılık uygulamalarını ifşa etmek, toplum ve kamu nezdinde ayrımcılığa ilişkin farkındalığı artırmak ve eşit yurttaşlık mücadelesine hız kazandırmak için veri toplandığı” vurgulanıyor. Çalışmada, “Aleviler kendilerini nasıl tanımlıyorlar?”, “Kime güveniyorlar?”, “Ayrımcılık arttı mı?”, “Alevi açılımı başarılı olacak mı?” gibi soruların çarpıcı yanıtları ortaya çıkıyor. Yrd. Doç. Aykan Erdemir, çalışmasını ve sonuçlarını VATAN okurlarına detaylarıyla anlattı...
Kaç ilde yapıldı?
Çalışma, 14 ilde; Adıyaman, Amasya, Ankara, Aydın, Bursa, Erzincan, Gaziantep, Isparta, İstanbul, İzmir, Kars, Mersin, Sivas, Zonguldak’da yapıldı.
Kaç kişiyle görüşüldü?
Çalışma 258 mülakat, 1672 de internet tabanlı olarak gerçekleştirildi.
Ne kadar sürdü?
Proje 4 Mart 2009’da başladı, 18 ay sürdü.
Alevilik’te de ‘çeşitlilik’ var
Yrd. Doç. Aykan Erdemir, Alevilerin kendini tanımlamalarını şöyle yorumluyor: Sünnilerde olduğu gibi Aleviler de hetorejen bir topluluk, yani çeşitlilik arz ediyor. Alevilerin bir kısmı, Aleviliği bir inanç ya da din olarak sunarken, küçük bir kısmı için yaşam biçimi. Kendilerini farklı şekilde adlandırıyorlar.
13 yıldır Aleviler üzerinde çalışan, “Türkiye’de Alevi olmak” araştırmasını yapan Yrd. Doç. Aykan Erdemir, anketin sonuçlarını VATAN’a şöyle yorumladı.
Alevilere yönelik ayrımcılık araştırması fikri nasıl ortaya çıktı?
Bu proje aslında Avrupa Komisyonu Demokrasi ve İnsan Hakları Aracı çerçevesinde alınan bir destekle yürütülen ikinci ayrımcılık çalışmamız. Daha önce de yine Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Araştırmalar Koordinatörü Cahit Korkmaz’ın yürütücülüğünde Alevi sivil toplum kuruluşlarının gözlemleme ve savunuculuk kapasitelerini geliştirmeye yönelik bir proje hayata geçirmiştik. İlk projedeki amacımız, Türkiye’de ayrımcılıkla mücadele ile ilgili farkındalık yaratmak ve yaratıcı mücadele yöntemleri geliştirmekti. O proje bize Aleviler’in Türkiye’de maruz kaldığı ayrımcılığın nesnel verilerle belgelenmesi gereksinimi olduğunu göstermişti. Türkiye’de Alevi yurttaşlara yönelik inanç temelli ayrımcılığın ne kadar yaygın olduğunu görmek istiyorduk. Eurobarometer denilen ve her yıl tüm AB ülkelerinde yapılan bir anket var. Eurobarometer Türkiye’de de uygulanmasına rağmen ayrımcılıkla ilgili anket yapılmazdı. Biz bunun önemli bir eksiklik olduğunu düşündük. Kendi kısıtlı olanaklarımızla da olsa en azından Alevi yurttaşlar açısından ayrımcılığı araştıralım dedik.
Neden Aleviler?
1996 yılında lisanüstü eğitimime başladığım günden bugüne Alevilik üzerine araştırmalar yürütüyorum. Doktora tezim de Türkiye’deki Alevi örgütlenmesi üzerine. Mezhep temelli ayrımcılığın Türkiye’nin en temel toplumsal sorunlarından biri olduğunu düşündüm hep.
Ne zaman yapıldı araştırma?
Proje 4 Mart 2009’da başladı, 18 ay sürdü. Şu anda proje sonuçlarının sunuşlar ve yayınlar aracılığıyla kamuoyuyla paylaşımı aşamasındayız.
18 ay uzun bir süre değil mi?
Aslında projenin saha araştırması bir ay sürdü. 2009 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında 14 ilde uygulandı. Hemen sonrasında da internet anketi gerçekleştirildi. Ama proje yalnızca bir veri toplama projesi değildi, aynı zamanda ayrımcılıkla yaratıcı mücadele yöntemleri geliştirme amacıyla ayrımcılık karşıtı bir koalisyon oluşturma projesiydi. Araştırmamızın verileri de Türkiye’de ilk defa 40 örgütün katıldığı ayrımcılık karşıtı koalisyonun oluşturulması için kullanıldı. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı binasında, insan hakları örgütlerini, engelli örgütlerini, cinsel yönelim örgütlerini, inanç örgütlerini, etnik kimlik örgütlerini, kadın örgütlerini ve sendikaları biraraya getirdik. Projemizin merkezinde çoklu ayrımcılıkla ortak mücadele kavramı var. Biliyoruz ki insanlar yalnızca inançları nedeniyle ayrımcılığa uğramazlar. Aslında hepimiz gündelik hayatta farklı kimliklerimiz nedeniyle çoklu ayrımcılığa uğruyoruz. Bununla tek tek mücadele etmek mümkün değil. Kısacası ya hep beraber, ya hiç birimiz...
Böyle bir koalisyon mu oluşturuldu?
Evet. 24 Kasım 2009’da basın açıklamasıyla, Hükümetin Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu kanun tasarısına katkı verme talebimiz dile getirildi. Ne yazık ki Hükümet, Paris ilkelerini ihlal etti ve sivil toplum kuruluşlarını dikkate almadı. Bir kez daha katılımcılığa ve yönetişim anlayışına ne kadar uzak olduğunu gösterdi...
Koalisyon çalışmaya devam edecek mi?
Bugüne kadar üç kez toplandık. Israrla şunu dile getirdik: Türkiye’de insan hakları ve ayrımcılıkla mücadele söz konusu olduğunda AB’nin ve Avrupa Konseyi’nin ilkeleri çerçevesinde biz de sürecin parçası olmak istiyoruz. Fakat ne yazık ki Türkiye‘de “ülkeye komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz” anlayışı hala egemen. Hükümet, “insan hakları gerekiyorsa onu da devlet yapar, topluma seyretmek düşer” anlayışında. Umarım koalisyonumuz devam eder. Umarım gün gelir hükümet, savunuculuk yapan örgütleri dinler.
Peki Türkiye’de Aleviler kendilerini nasıl tanımlıyorlar?
Öncelikle söylemek gerekir ki, aynı Sunnilerde olduğu gibi Aleviler de hetorejen bir topluluk, yani çeşitlilik arz eden bir topluluk.
Aslında genel kanı bu çeşitliliğin Alevi toplumunda olduğudur?
Doğru. Halbuki dünyadaki tüm inanç toplulukları, aynı Sunnilerde de olduğu gibi çeşitlilik arzeder. “Aleviler kendilerini nasıl tanımlıyor?” araştırmasından çıkan birinci tepsit bu. Gerek inançları, gerek adlandırma biçimleri farklı.
İkinci tespit nedir?
İkincisi, Alevilerin bir kısmı, Aleviliği bir inanç ya da din olarak sunarken, az da olsa bir kısmı için bu bir kültür, felsefe, yaşam biçimi. Yani onlar için Alevilik inancın da dışında bir anlam taşıyor. Daha doğrusu inanç dışı anlamlar taşıyabiliyor.
Bu şaşırtıcı bir tespit mi?
Çok da şaşırtıcı değil. Bugün biliyoruz ki Yahudilik de buna benzer alt gruplar barındırmakta. Daha süküler Yahudiler mevcut ki bunlar Yahudiliği, bir kültür, felsefe olarak algılıyor, yani onlar için din boyutu ağır değil.
Araştırmadan bu konuda çıkan başka sonuç var mı?
Kendilerini farklı şekilde adlandırıyorlar; Tahtacı, kızılbaş gibi... Farklı adlandırma biçimleri, bize şunu gösteriyor, Aleviliğin, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi çok merkezileşmiş, kurumsallaşmış bir yapısı yok. Dolayısıyla da gerek geleneksel farklılıklar, gerek yöresel farklılıklar, farklı adlandırma biçimleri olarak karşımıza çıkıyor.
Bu bir sorun teşkil ediyor mu?
Hayır, Alevilik açısından bu bir sorun değil. Çünkü Alevi öğretisinde şöyle bir yaklaşım vardır; “Yol bir, sürek binbir”. Yani Alevilerin yolu birdir, fakat bunun binbir farklı tezahürü olabilir, binbir farklı yanı olabilir. Konuya Alevi öğretisi içinden bakıp bu çeşitliliği anlamak gerekir.
‘Çeşitlilik engel gibi sunuluyor’
Bu farklılıklar devletten beklentilerde de çeşitlilik, ayrım yaratıyor mu?
Hayır ama bu çeşitlilik Türkiye’de Alevilerin hak ve özgürlüklerinin verilmemesine gerekçe olarak gösteriliyor.
Nasıl?
“Önce Aleviler kendi içinde anlaşsın, ondan sonra biz onların taleplerini yerine getirelim” deniliyor. Ve bu sürekli gündeme getiriliyor.
Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Hayır. Çünkü Türkiye’de Aleviler çok farklı farklı olsa da, hepsinin ortak bir talebi var; eşit yurttaş olmak. Hiçbir Alevi grupu yok ki Türkiye’de biz üçüncü sınıf vatandaş olalım desin, hiçbir Alevi grubu yok ki biz temel hak ve özgürlüklerimizi istemiyoruz desin. Dolayısıyla ayrıntılara takılmamak gerekir. Elbette ayrıntılarda farklılıklar olabilir. Fakat benzeri farklılık Sunnilikte de, Şiilikte de mevcut. Dediğim gibi bu durum Alevilikte ne yazık ki onlara haklarını vermemek için kullanılan bir bahane.
Demek oluyor, dedeler güçlerini Alevi örgütlerinden alırken, Alevi örgütlerindeki talipler de inançsal otoritelerini dedelerden alıyor. Yani karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi. Bu yüzden de Aleviliğin içindeki çeşitlilik daha da arttı diyebiliriz. Dolayasıyla Alevilikteki durum çok anlaşılmaz bir durum değil. Bu çeşitlilik Aleviliğin mevcut sosyolojik yapısının sonucu.
Dedelerin etkisi azalıyor
Dedelerin etkisi artıyor mu azalıyor mu?
Alevilik’te geleneksel olarak dedeler çok etkindir, özellikle inancın içeriğini belirlemede, tanımlamada etkindirler. Fakat artık benim “Talip devrimi” dediğim bu durum yaşanıyor.
Nedir bu?
Aleviler ikiye ayrılır, bir dedeler vardır, inanç hizmeti veren, bir de talipler vardır, inanç hizmetlerini alanlar. Son dönemde Türkiye’de bir talip devrimi yaşandı. Yani Alevi talipler artık inancı belirlemede en az dedeler kadar etkin.
Bunu nasıl anlıyoruz?
Çünkü artık talipler, Alevi vakıf ve derneklerinde yönetici. Çünkü artık talipler Alevilikle ilgili kitaplar yazıyor ve medyada artık taliplerin sesini duyuyoruz. Dolayısıyla dini otorite daha şehre yayıldığı, merkezi olmadığı için çok farklı Alevilik tanımları ve çerçeveleri ortaya çıkıyor. Dedelik kurumu 70 ve 80’li yıllarda zayıflamıştı. 1990’lı yıllarla birlikte dedeliğin yeniden güçlenmesi, talip devriminin sonucunda gerçekleşti. 90’larda Aleviliği canlandıran Alevi dernek ve vakıfları oldu. Ve dedelerin kentlerde yeniden taliplerle buluşmasını ve cemevlerinde hizmet vermesini, örgüt yöneticisi talipler sağladı.
Dedelik neden zayıflamıştı?
Geleneksel anlamıyla tıkanmıştı ve kırdan kente göçle taliplerden kopmuştu. Kentlerde Aleviliği yeniden toparlayan, canlandıran ve örgütleyen, eğitimli talipler oldu. ve dedelere de yeniden bir alan açan, onlara görev veren bu talipler oldu.
Yani dedelik kurumu talipler sayesinde canlandı?
Evet. Ve dolayısıyla Alevilik içinde gücün dağılımı değişiyor. Eskiden dedeler daha etkin ve güçlü konumdayken, bugün artık dedeler, talipler sayesinde sorumlu noktadalar. Görev yapabiliyorlar. Bu şu demek oluyor, dedeler güçlerini Alevi örgütlerinden alırken, Alevi örgütlerindeki talipler de inançsal otoritelerini dedelerden alıyor. Yani karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi. Bu yüzden de Aleviliğin içindeki çeşitlilik daha da arttı diyebiliriz. Dolayasıyla Alevilikteki durum çok anlaşılmaz bir durum değil. Bu çeşitlilik Aleviliğin mevcut sosyolojik yapısının sonucu.
Aleviler inanç anlamında kendilerini nasıl tanımlıyor?
Avrupa Birliği-Demokrasi ve İnsan Hakları Aracı’nın desteklediği, “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik İçin Hareketlenme” projesi kapsamında gerçekleştirilen araştırmada, 258 kişiye yüz yüze, 1672 kişiye internet yoluyla “kendilerini nasıl tanımladığı” sorusu yöneltildi.
Yüz yüze görüşülenlerin yüzde 37’si kendilerini “Alevi” olarak tanımladı. Bu oran internet üzerinden yüzde 35.9’a iniyor. Ankete katılanların yüzde 28.7’si ise “Alevi-Bektaşiyim” diyor. Bu oran internette yüzde 20’ye iniyor.
Ankete katılanların yüzde 9.3’ü kendilerini “Alevi Müslüman” olarak görüyor. Bu oran da intirnette yüzde 6.7’ye düşüyor. Bazıları da inanç kimliklerini “Alevi Müslüman”, “Alevi İslam”, “Caferi”, “Nusayri”, “Tahtacı” olarak ifade ediyor. Bir kısım Aleviler, Aleviliği kültürel bir olgu olarak kabul etmediklerini belirtip, kendilerini bu anlamda “dini yok”, “dinsiz”, “agnostik” olarak tanımladı.
ANKETE KATILANLAR
Çocuğum zorla din dersine girmesin
* Eğer din eğitimi vereceksem ben veririm çocuğuma. Devletin bana zorla din dersi vermesini istemiyorum. Sünnileştirmeye, islamlaştırmaya yönelik kitaplar. Araya Alevilikle ilgili bir şeyler serpiştiriyorlar, tamamen kendilerinin istediği bir Alevilik. Benim istediğim Aleviliği yansıtmıyor. Osman Eğri Aleviliciliği diyoruz biz buna. Alevilikle ilgili hiç bir kültür yok. Sadece Aleviliği sünnileştirmeye yönelik, Aleviler de namaz kılsın, Aleviler de oruç tutsun gibi. Amasya, erkek,devlet memuru)
Din dersini çok şikayet etmiyorum
* Çocuğum din dersi görüyor. Çocuklara ders olarak cami hocasına gidip şunu şunun sorun öğrenin diyor öğretmen. Ben de çok şikayet edemiyorum. Çocuğum daha çok göz altında olacak diye korkuyorum. Herkes şikayetçi ama şikayet etmiyorlar. Bu yüzden olumsuz bir şey yaşamaktansa ödevleri internetten yapıp göderiyoruz. (Ereğli, kadın, lise mezunu, ev kadını)
Cemevinde neden sela okunmuyor?
* ‘Getirmeyin cenazenizi, işte siz camiye namaz kılmaya gelmiyorsunuz ölünüzü niye getiriyorsunuz. Getirmeyin biz istemiyoruz’. Halen de bu var. Mesela sela cemevinde okunmuyor, camide okunuyor. Biz camiye anons veriyoruz. Diyorlar ki ‘falan kişi ölmüş cenazesi yarın saat ikide, evinde kaldırılacak’. Cemevinde demiyor, söylemiyor. Benim nenem vefat etmişti bundan iki sene önce, babam gitti adam demiş ki ‘ben evinden diyecem’. Babam demiş ki ‘sen evinde diyecen bu kadar kişi eve gelecek bir daha cemevine gidecek, evimizle cemevi ters yönde. Cemevi deyin’. ‘Yok, ben cemevinin adını ağzıma almam’ deyince, babam ‘o zaman sela okuma ben istemiyorum’ demiş.” (İzmir, kadın, bekar, lise terk)
Doç. Dr. Aykan Erdemir kimdir?
Araşıtrmayı yapan Yrd. Doç. Aykan Erdemir, Bilkent Üniversitesi mezunu, 13 yıldır Aleviler üzerine çalışıyor. Harvard Üniversitesi Antropoloji ve Orta Doğu Çalışmaları Ortak Programındaki doktorasını da Aleviler üzerine yapan Erdemir, 2004 yılından beri ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde görev yapıyor. Sosyoloji Derneği ve Anadolu Halk İnançlarını Araştırma Derneği Yönetim Kurulu üyesi olan Erdemir’in Alevilik üzerine çok sayıda İngilizce ve Türkçe makalesi bulunuyor.
Şule TÜRKER / VATAN - 1 Kasım 2010
Musahiplik Erkânı
Musahiplik, iki sûfinin, bu yolla iki ocağın kıyamete kadar kardeşliğidir. Musahiplik Ali ile Muhammet’ten kaldığı için, musahiplik andı içenler, Ali-Muhammet yoluna girmiş sayılır. Hakk’a yürüme ya da dargınlık, ayrılık gibi nedenlerle bu andın koşulları sürekli ya da geçici ortadan kalksa bile bir daha yapılmaz.
Musahiplikte üç ortak özellik vardır:
*Dil ortaklığı; musahip olacakların aynı dili konuşuyor olmaları gerekir. Tersi durumda anlaşmaları olanaklı değildir.
*Aile durumu, yaş ve düzey eşitliği; evlenmemiş biriyle evli birinin; genç biriyle yaşlı birinin; bilgili biriyle cahilin; zalim biriyle mazlumun; mürşitle müridin; inananla inanmayanın; pirli ile pirsizin musahip olmaları doğru değildir.
*Yaşama yeri birliği; musahip olanların aynı kentte, aynı köy ya da mahallede oturuyor olmaları gerekir. Bu bağlamda bir kentli ile bir köylünün musahip olmaları doğru değildir.
Musahip olacak kişilerin baba, ana ve karılarının da bu musahipliği onaylamaları gerekir. Bu nedenle iki kişinin evlenemeden önce musahip olmaları doğru değildir. Çünkü ileride eşler arasında çıkacak bir anlaşmazlık bu andın bozulmasına yol açabilir.
Musahiplik geçmişte Aleviliğin en büyük ve en saygın törenlerinden biriydi. Bu nedenle musahiplik törenine çocuklar, henüz yola girmemiş bekâr ve evliler, yabancılar hiçbir biçimde alınmazdı. Bir bütün olarak törenin kendisi ve ayrıntıları sır olarak kabul edilir ve gizlenirdi.
Topluluğu birbirine bağlayan, ortak sorumlulukların yaşama geçmesini sağlayan musahiplik kurumu, işte böylesi bir özveriyle yüzyılların içinden süzülüp geldi.
Bugün geleneksel eğitilme ve davranma koşullarından koparak yeni üretim ve yaşama koşullarına taşınan Aleviler için musahiplik kurumunu “düne” uygun biçimde yaşatma olanakları çok sınırlıdır. Ancak, musahiplik kurumunun tarihsel süreci içinde oynadığı önemli ve yaşamsal işlevi, çağdaş dayanışma biçimlerini örselemeden sembolik de olsa günümüze taşımak; bireysel/toplumsal yabancılaşmaya karşı Alevi inancının/felsefesinin yaşatıldığı bir kurum/olgu olarak yaşama geçirmek gerekir.
Akşam olup cem birlendiğinde önce cem erenleri gelir; delil gülbangı okunur:
-Bismişah!... Allah Allah!...
Hizmeti kabul, muradın hâsıl olsun. Hak Degâhı’nda yüzün ak, özün pâk olsun. Hizmetinle iyilikler bulasın. Işığın Şah-ı Merdan ışığı olsun.
Gerçeğin demine Hû! Eyvall
Daha sonra cemde bulunan herkes kenetlenip delile niyaz eder. Ardından kurban içeri alınır; kurbanın nişan göstermesi üzerine kurban sahipleri, eşiğin sağına ve soluna niyaz eder.
Sonra kurbancı kurbanın, sağ kulağını sağ gözüne kapatır. Ön sağ ayağını da sağ gözünün üzerine tutar. Bu sırada mürşit ya da rehber, tekbir çeker. Tekbirden sonra kimi cem erenleri, kurbanın boynuzuna niyaza varırlar. Bu sırada kurbancı:
-Hayır-himmet eyleyin!, diyerek hizmet alır. Ardından, kurbanı tekbirleyerek tığlar. Aşçı bacılar kapıdan girerek;
-Hayır himmet eyleyin!, deyip kurbanı ocağa koyarlar. Ardından dâr’a geçip gülbanklarını alırlar. Rehber kurban sahipleriyle birlikte içeri girer. Musahip olacaklar bacılar ve rehber, beşi birlikte eşiğin sağına ve soluna niyaz ederler; rehber sağ başta olmak üzere dâr’a dururlar. Rehberin elini öpen kurban sahipleri onun sol yanında ve döşek üzerinde dâr’a durmuşlardır. Arkalarında, eteklerine tutunmuş olarak eşleri gelir; ancak bacılar, yer değiştirmiş durumdadır. Rehber, musahip olacakların boyunlarına birer mendil ya da tülbent bağlar. İki mendilin ucunu sağ eliyle tutar; bu sırada musahip olacaklar pir karşısında, dâr’da ayaklarını mühürlemiş durumdadır.
-Aşk ola!, der.
Bunun üzerine beşi de meydanı niyaz eder ve yeniden dâr’a dururlar.
-Hû tarikat erenleri!, deyince mürşit:
-Hû şeriat yolcusu! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?, der. Ardından rehber:
-Şeriattan gelip tarikata gidiyoruz, diye yanıtlar.
Sonra beşi birlikte dâr’dan ayrılıp eşiğe varır ve geri dönerler. Rehber yeniden söze başlar:
-Hû tarikat erenleri! Ardından mürşit:
-Hû tarikat yolcusu! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?, der. Rehber:
-Tarikattan gelip marifete gidiyoruz!, diye yanıtlar.
Bu kez yine beşi birden dâr’dan ayrılıp eşiğe varırlar ve geri dönüp dâr’a dururlar. Rehber:
-Hû marifet erenleri!, der. Bunu mürşidin:
-Hû marifet yolcusu! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz! sorusu izler. Rehber:
-Marifetten gelip sırrı hakikate gidiyoruz, der. Mürşit ise:
-Gidemezsiniz! Kış var, aşılmaz yüksek dağlar var, geçitsiz ırmaklar var. Bu belleri aşamazsınız, bu selleri geçemezsiniz. Çok zor bir ortama gireceksiniz; çok büyük engeller var; bunlar demirden leblebidir yenilmez, ateşten gömlektir giyilmez. Gelme gelme! Gelirsen dönme! Gelenin malı gider, dönenin canı gider. Öl ama ikrar verme. Öl, ikrarından dönme!. Hal böyledir; bu halleri ben size demiş ve duyurmuş olayım evladım, açıklamasını yapar. Bu kez rehber:
- Pirim Hak-Muhammet-Ali’nin yoluna, Hünkâr Hace Bektaş Veli’nin katarına girerek, Yol’a talip olmak için adlarını andığımız kişilere inanarak, güvenerek geldik. Ölümümüz olur, dönüşümüz olmaz. Önünüzde başımız açık, ayağımız yalındır. Özümüz dâr’da, yüzümüz yerdedir. Boynumuz kıldan ince, yolumuz kılıçtan keskindir; inandık ikrar getirdik.
Rehberin sözünden sonra mürşit:
-Eyvallah talip! İkrarın imanına yoldaş olsun! Hak, Şah-ı Merdan, tümümüzü doğru yoldan ayırmasın. Diz çökün!, der. Rehber:
-Sana, Muhammet-Ali’nin yoluna girmek üzere bir çift kurban getirdim, diye karşılık verir. Sonra mendillerin ucunu mürşide uzatır; mürşit musahiplere öğüt verir:
-Evladım, siz musahip oldunuz. En başta musahip, musahipten evini ayırmayacak, mallarını ayırmayacak. Birbirinin evinde olanı, izinsiz alıp gidecek. Aranızda bir tartışma çıkması durumunda, bu dargınlığı, temmuz sıcağında bir tülbent kuruyuncaya değin sürdürürseniz, derdinize derman bulunmaz.
Talip olmak için sizden dört şey isterim. Önce şeriatı bilmek gerekir. İkincisi tarikatı bilmek gerekir. Üçüncüsü marifetten bilgi sahibi olmak gerekir. Dördüncü sırrı hakikat ehli olmak gerekir. Bunlara layık olmak için ise yalan söylememek, haram yememek, zina yapmamak, dedikodu etmemek, elinle koymadığını almamak, gözünle görmediğini gördüm dememek gerekir. Kimseyi incitmemek gerekir. Bütün bu dediklerimi yapacaksınız. Büyükleri sayacaksınız. Küçükleri seveceksiniz. Yani sonuçta Yol’un buyurduklarını tutup, yasak dediğini yasak, gerçek dediğini gerçek bileceksiniz. İşittiniz mi evlatlarım!
Mürşidin öğüdüne musahipler karşılık verir:
-Eyvallah! Bu kez mürşit:
-Ey talip, benim bu sözleri sana söylediğime buradaki canlar şahit olsun mu? Vaktin imamı şahit olsun mu? Ay, Güneş şahit olsun mu? Yer, Gök şahit olsun mu? Ölünceye değin ikrarınızdan dönmeyeceğinize, elinizden geldiğince, gücünüzün yettiğince Allah’a kul, Muhammet’e ümmet, Ali’ye talip olacağınıza, Hüseyin’in yolundan ayrılmayacağınıza söz veriyor musunuz?, der. Musahipler:
-Eyvallah, pirim!, karşılığını verirler.
Daha sonra musahipler ve bacılarının üzerine bir çarşaf çekilir. Bu sırada rehber kenarda durur. Pir,bir düvaz okur. Düvaz bitinceye değin çarşaf, dört kişinin üzerinde kalır, sonra kaldırılır. Ardından rehber sağ başta olmak üzere yan yana dizilip ayak mühürleyerek mürşit karşısında dâr’a dururlar. Mürşit şu gülbangı okur:
-Bismişah!... Allah Allah!...
Geldiğiniz yoldan, durduğunuz dâr’dan, çağırdığınız pirden şefaat göresiniz! Hak, ikrarınızda sizi kararlı kılsın. Hünkâr Hace Bektaş Veli Ali’ye talip eylesin. Bu yoldan, bu dâr’dan, bu pirlerden ayırmasın; yaramaza, uğursuza, pirsize uğratmasın; görünmez belalardan korusun; hayırlı evlat, gökten hayırlı rahmet, yerden hayırlı bereket nasip eylesin.
Dâr’ınız, niyazınız kabul olsun. Gerçeğin demine Hû! Eyvallah!
Mürşidin gülbangından sonra musahipler secdeye varır. Bu sırada mürşit sorar:
-Ey talip, girdiğin Hak kapısı, durduğun Mansur Dâr’ı; ne gördün, ne işittin? Rehber:
-İkrar, iman!”, der. Mürşit:
-İkrarın imanına yoldaş olsun. Dâr’a gel doğru söyle! Dost gönlünü incitme. Doğrulun!, deyince musahipler başlarını secdeden kaldırır. Diz çökerler. Mürşit cemdeki topluma seslenir:
-Göz erenler gözü, nicesiniz? Bu sûfilerin dostu olan onların ayıbını, yanlışını söylesin!
Mürşidin seslenmesi üzerine cem erenlerinden şikayetçi çıkarsa, musahip olanların eşleri, gidip o sûfi ile niyazlaşırlar. Mürşit yeniden musahip olan canlara döner:
-Önce özünüzü arayın, sonra Hakk’a yarayın! Kendi özünüzle nasılsınız?, diye sorar. Bu sırada rehberin solundaki sûfi, rehberin elini öper; ardından dört can birbiriyle niyazlaşır. Mürşit sorar:
-İlk kapı şeriat, ikincisi tarikat, üçüncüsü marifet, sonra sırrı hakikat, Hak mı? Rehber:
-Eyvallah! Mürşit:
-Oniki Matem-i Muharrem Orucu, üç Hızır orucu, kırk sekiz perşembe, bunlar Hak, tutacaksınız! Yalan söylemeyeceksiniz! Dedikodu yapmayacaksınız! Elinizle koymadığınızı almayacaksınız! Gözünüzle görmediğinizi söylemeyeceksiniz! Hû!
Mürşidin sözlerinden sonra musahip canlar, bacıları ile birlikte ayağa kalkarlar. Pir ve rehberden başlayarak cemdeki büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperler. Cemde bulunanlarla konuştuktan sonra yeniden mürşidin önünde dâr’a dururlar. Mürşit, dâr gülbangını okur:
-Naz, niyaz, tecella, temenna Hak defterine kayıt olsun, diyerek gülbangı bağlar. Bu sırada cemaat:
-Hû sûfiler! Miracınız kutlu olsun! Hak ikrarınızda ber karar eylesin!, diye dilekte bulunur.
Ardından musahip olacaklar, bacılar ve rehber, beşi birlikte erkâna girerler. Rehberin yanındaki sûfi, rehber ile yüzyüze yatar; diğerleri birinci sûfinin arkasına yatarlar. Parmaklar açık durumdadır. Mürşit, rehberin omuzlarından başlayarak parmaklarına kadar üç kez sıvazlar. Bu sırada:
-Ya Allah, ya Muhammet, ya Ali!, der. Rehber:
-Tacı-ı devlet, diyerek niyaz alır. Rehberin yanındaki sûfi ise rehberin omzundan:
-Selman-ı Pâk, diye niyaz alırken, sol eli ile sağ dirseğini tutar. Erlere ikişer, bacılara birer tarik vurulur; Daha sonra rehber:
-Kalkınız, ya Allah!, der. Bunun üzerine başlarını kaldırıp dâr’a dururlar. Arkada bulunan bacıyı çağırırlar; bacı gelir önce mürşidin dizlerini, sonra kuşağını ve elini öper. Bunu, beşine birden çekilen erkân gülbangı izler.
Süpürgeci, ibrikçi ve sofracı hizmetlerinden sonra erkân dağılma gülbangıyla mühürlenir.
Bacılar kalkar; birer birer mürşidin elini öper; ardından tüm cem erenleriyle niyazlaşırlar. Daha sonra mürebbi, delilci, gözcü ve cem erenleri kalkar; önce mürşidin elini öperler, sonra da birbirleriyle niyazlaşırlar.
Sonra mürebbinin bacısı yeni musahip olan bacıların önüne düşer ve onları on iki kapı-makam gezdirir; her hizmet sahibi bir kapı-makamı temsil eder. Bu arada gerekli uyarılarda bulunur.
Ertesi sabah musahipliler, birinin evinde toplanan mürşit ve cemaatın elini öperler. Mürşit, yeni musahip olanlara akşamki törende verilen öğütlerden ne anladıklarını sorar. Pekiştirmek için bir kez daha açıklar. Daha sonra dâr’a geçen yeni musahip canlara, on iki hizmetten hangilerini kabul edeceklerini sorar. Yeni musahip canlar istediklerini bildirir, Mürşit ve cem erenleri uygun görüyorsa;
-Allah eyvallah!, der.
Ardından dâr gülbangı okunur:
-Bismişah!.. Allah Allah!...
Hak kapılarınız açık olsun. Hak, Mansur Dârı’nda niyaz eden başlarınıza, Allah Allah diyen dillerinize, sallanan kollarınıza, Nesimi Dârı’nda dâr çeken dizlerinize, Hüseyin Dârı’nda mühür yapan ayaklarınıza acı vermesin. Hak erenler, evliyalar cümle muhip canlarla birlikte nice uzun yıllar böyle hizmetler nasip etsin.
en, nefes Hünkâr-ı Pir’den olsun. Gerçeğe Hû! Eyvallah!
Dâr gülbangı bağlanınca cemde bulunan tüm erenler:
-Mübarek olsun!, derler.
Bu canlar artık hizmetlerinin eridirler; eksiklikten kaçınıp güçleri yettiğince tam yapmaya çabalarlar; şefaat kazanmaya çalışırlar.
Editör : AleviGundem
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
SAAT TAKVİM |
|
|
|
|
|
 |
|
KÖŞE YAZARLARI |
|
|
|
|
|
 |
|
SPOR HABERLERİ |
|
|
|
|
|
 |
|
DÖVİZ KURLARI |
|
|
| |